İzmir dönüşümde geç kalmadı!

İzmir dönüşümde geç kalmadı!

Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Başkanı Özlem Şenyol Kocaer, kentsel dönüşüm için hazırlanan 6306 sayılı kanunun temelde doğal afetlere karşı sağlıklı şehirler yaratmak amacıyla yola çıktığını ancak geçen süre zarfında inşaat sektörü tarafından saptırıldığını vurguladı. İzmir’de Büyükşehir’in dönüşümle ilgili çalışmalarının olduğunu ancak uzlaşı konusunda sonuca varamadıklarını ifade eden Kocaer, kentte giderek artan betonlaşmaya da dikkat çekerek, “İzmir dönüşümde geç kalmadı, keşke köy olarak kalsaydı” dedi.

“KAMU YARARINA SORUMLULUK ÜSTLENİYORUZ”

Kocaer, söyleşiye Şehir Plancıları Odası’nın çalışmalarıyla ilgili bilgi vererek başladı. Kamu yararına bir sorumluluk üstlendiklerini ifade eden Kocaer, “Şehir Plancıları Odası, Türkiye Mimar Mühendisler Odası’na (TMMOB) bağlı olarak çalışır. Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi de yaklaşık 28 yıldır kentte sorumluluklarını yerine getiriyor. Bu doğrultuda genel olarak mesleğin ve meslektaşlarımızın özlük haklarını iyileştirmeye çalışıyoruz. Mesleki yönde haklarını korumaya gayret ediyoruz. Onun dışında kamunun yararına veya zararına olabilecek plan ve işlerle ilgileniyoruz. İdareler tarafından onaylanan planların denetlenmesi, kurumlardaki plan işleyişlerinin denetlenmesi ve aynı zamanda meslektaşların işlerinin düzenlenmesi gibi sorumluluklarını yerine getiriyoruz. Bunların yanı sıra da eğitici etkinlikler yapıyoruz. Kamuda herhangi bir konuda farkındalık yaratmaya yönelik etkinlikler, genç plancılarımıza yönelik mesleki eğitimler içeren etkinlikler düzenliyoruz. Genç plancılarımızı mesleğe hazırlayarak, deneyimli isimlerle bir araya getirerek onların tecrübe kazanmalarını amaçlıyoruz” dedi.

KATILIMCI ANLAYIŞ VURGUSU

Odanın çalışma yöntemi ve plan denetleme şeklini anlatan Kocaer, “Oda olarak yarı kamusal bir kişiliğe sahibiz. Tüzel bir kişiliğimiz var. Anayasal olarak denetleme yetkisine sahibiz. Biz bütün planların meslek odası denetiminden geçerek onaylanması ve ilgili idarelere sunulmasının kontrolünü yapıyoruz. Bu anlamda odamıza denetleme niteliğinde planlar geliyor. Planlar herkese açık olmalıdır diye düşünüyoruz. Yöntem olarak planlar onaylandıktan sonra bir ay süreyle askıda kalır. Bu askı süresince aslında kamuya ilan edilmiş olunur. Bu sürede vatandaşlar varsa itirazlarını yapma hakkına erişirler. Biz de 100 binlik, 25 binlik gibi üst ölçekli planların yapım aşamasında, katılımcılık modelinin idareler tarafından uygulanmasını dile getiriyoruz. Sosyal belediyeciliğin gerekliliği budur. Ancak günümüzdeki uygulamalara baktığımızda maalesef plan olmadan yapılan uygulamaları bile görüyoruz. Bizler katılımcı model nasıl işletilir sorusunu tartışırken, bazı projelerin bittikten sonra planlarının yapıldığına şahit oluyoruz. Özellikle büyük ölçekli kamu yatırımlarında, yatırım yapıldıktan sonra planları görebiliyoruz. Böyle bir durumda yaptırımımız da kalmıyor. Türkiye’de ne yazık ki planlama aşamasında katılımcı bir anlayışla meslek odalarının ve vatandaşların görüşlerinin alınması çok kısıtlı” ifadelerini kullandı.

“DOĞAL AFET AMACINDAN SAPILIYOR”

Kentsel dönüşümde doğal afetten korunma amacının saptırıldığına dikkat çeken Kocaer, inşaat sektörünün 6306 sayılı yasayı saptırdığına vurgu yaptı. Riskli alan ilan edilen alanların çelişkili olarak belirlendiğini ifade eden Kocaer, “Kentsel dönüşüm ülke gündemine Van Depremi’nden sonra girdi. Depremde zemini kötü olan ve aynı zamanda yapısal nitelikte risk taşıyan binaların hızlıca dönüştürülmesi ve bundan sonra da bu tehlikenin ortadan kalkması planlandı. Amaç depremlere karşı hazırlıklı bir şehir oluşturmaktı. Bu doğrultuda da 6306 sayılı yasa çıkarıldı. Temelde baktığımız zaman konunun çıkış noktası doğal afetlere karşı bir hazırlıktır, kentlerin daha sağlıklı bir yapıya kavuşmasıdır. Bu açıdan bakıldığı zaman, bu tarz doğal afetlerdeki üzücü tabloların tekrar tekrar yaşanmaması adına doğru bir hamle. Bizler de Şehir Plancıları Odası olarak böyle bir dönüşüme ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. 1960’lardan bu yana özellikle büyükşehirler plansız göçler ve yoğunluktan dolayı orantısız ve plansız şekilde büyümüş. Gecekondular çoğalmış, imar afları getirilmiş. Gecekonduların yer seçimleri de büyük oranda riskli alanlar üzerinde yapılmış. Yapı niteliği anlamında da risk taşıyorlar. Bu alanlara bakıldığında da olası risklerin ortadan kalkması için yeni planlar ve yeni dönüşümler gereklidir. Ancak o günden bu güne geldiğimiz süre zarfında kanunun amacından saptırıldığını gözlemliyoruz. Örneğin riskli alan ilan edilen bazı yerlerin, riskli alanlar olmadığı ortaya çıkıyor. Zemin etüdü açısından ya da bina bakımında bazen risk oluşturmayan alanlar için riskli alan ilan edildiğine şahit oluyoruz. Daha acil alanlar varken, önceliğin kent merkezlerinde ya da rantın yüksek olduğu bölgelerde yoğunlaşmaların olduğunu görüyoruz. Sonuçta inşaat sektörünün Türkiye’nin bir nevi lokomotifi olduğunu biliyoruz. Bu durumdan da inşaat sektörünün memnun olduğu ortadadır. En baştaki maksat çok yerinde ve mantıklıydı. Fakat giderek kanunun amacının dışına kaydırıldığını gözlemliyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

“İZMİR GEÇ KALMADI”

Kocaer, kurumlar arasında yasal yönden karmaşa olduğunun altını çizerek, “İzmir’de dönüşüm anlamında acelemiz yok diye düşünüyorum. İzmir geç kalmamıştır, bu telaştan vazgeçmemiz gerekmektedir. ‘İzmir kalkınamadı, İzmir köy kaldı’ gibi söylemler, şu anki tabloya ve uygulanması düşünülen planlara bakıldığında mantıktan uzaktır. Biz giderek yükselen binaları, rezidansları ve betonlaşmayı gördükçe, ‘İzmir keşke köy kalsa’ diyoruz. Biz hızlı bir ivmeyle oluşan beton dönüşümünün fayda getirmeyeceğini savunuyoruz. Dışarıdan ne kadar müdahale edilirse edilsin, kentlerin bir dönüşüm ve gelişim ivmesi vardır. O ivme doğal bir şekilde sağlanmazsa, doğa ve kent bunu dışarı iter. Bizim asıl problemimiz uygulamadaki yaşadığımız yasal sorunlardır. Onaylama yetkisinin farklı kurumlara verilmiş olmasıdır. Çelişkili durumların ortaya konulması ve bu çelişkili durumların içerisinde de ‘Sağlıklı kenti nasıl yaparız?’ sorusunun cevapsız kalması bir problemdir. Plan onaylama işleminin 10’dan fazla idare tarafından yapıldığını düşünürsek, kurumlar arasındaki iletişim sorunu ortaya çıkmaktadır. Örneğin bir yerel yönetimin haberi olmadan, kentin herhangi bir noktası risk taşıyan alan ilan edilebiliyor. Yönetimler de bunu ilan edildikten sonra öğreniyorlar. Bu noktada yetki karmaşası ortaya çıkıyor” yorumunu yaptı.

VATANDAŞLARLA UZLAŞILAMIYOR

Büyükşehir Belediyesi’nin de dönüşüm çalışmalarında tam uzlaşıyı sağlayamadığını söyleyen Kocaer, “Karabağlar’ın, riskli alan ilan edilip uygulamaya konulması 2013 yılında gerçekleşti. 2013 yılından bu yana bakanlığın yalnızca bir noktadaki planı uyguladığını gördük. Ancak o planda da çok önemli riskler var. Hukuksal süreci devam ediyor. Ayrıca parsel sahipleriyle uzlaşmalar gerçekleştirilemiyor. İnsanlara hakları tam olarak sağlanamıyor. Dolayısıyla vatandaşlar da haklarını ve neye sahip olacaklarını bilmiyorlar. Bunun yanı sıra geçtiğimiz aylarda kaçak yapılara elektrik ve su bağlanması için af çıkarıldı. Bunda çok önemli tezatlık var. Zaten riskli alan ilan edilip, bir an önce dönüştürülmesi için uğraşılırken, bir yandan da af çıkarılmış oluyor. İdareler tarafından birbiriyle çelişen uygulamalara imza atılıyor. Büyükşehir Belediyesi’nin Büyükşehir Yasası’na dayanarak uygulamaya koyduğu ve planladığı yerler var. O bölgelerde belediye imar yapısını değiştirmiyor. İnsanlara neye sahip olacakları açıkça belirtiliyor. Fakat bu noktada da vatandaşlarla tam olarak uzlaşı sağlanıp, kazma vurulmuş bir yer yok” dedi.

“TRAMVAY BİR FANTEZİDİR”

Kocaer ayrıca Büyükşehir’in çok tartışılan Kıyı Tasarımı ve Tramvay Projesi için de değerlendirmede bulundu. Tramvay Projesi’nin çevreci ulaşım iddiasından uzaklaştığını ve soru işaretleri barındırdığına dikkat çeken Kocaer, “Tramvay Projesi’nde aynı hat üzerinde toplu taşıma olarak otobüs seçeneğinin yerine tramvayı tercih ettik ancak bize 10 katı kadar daha fazla bir masraf getirdi. Hizmete bakıldığında da tramvay aynı toplu taşıma hizmeti veriyor. Tramvay Projesi’nin fanteziden ibaret olduğunu söyleyebilirim. Biz de meslek odası olarak projeden şantiyenin kurulup, kurdele töreni yapıldığı zaman haber olduk. Projenin ihalesine çıkıldığı zaman raporlarının olmadığını da gördük. İdareden de değerlendirme yapmak üzere etüt raporunu talep ettik ancak geri dönüş yapılmadı. Sürekli değişen güzergahlar ve kesilen ağaçları görüyoruz. Başlangıçta çevreci bir ulaşım iddiasıyla ortaya çıktı. Lastik tekerlek izini azaltmak amaçlandı. Tramvayın geçtiği yerlerde otobüs geçmeyeceği ve durakların kalkacağı söylendi. Bakıldığı zaman bunların çoğunu göremiyoruz. Lastik tekerlekler azalmadı. Halen 3 şerit yol devam edecek. Otobüslerin kalkacağı bir muamma olarak duruyor. Bu ulaşım şekli hangi amaca hizmet ediyor? Biz önceliğin zaruri ihtiyaç duyulan yerlere verilmesini savunuyoruz” şeklinde konuştu.

İlk Ses Gazetesi